GüncelMakalelerYorum

YORUM | TC Devleti’nin II. Yüzyılında, Paradigma Değişimi!  (1)

"Lozan Antlaşması ile 24 Temmuz 1923 tarihinde temelleri atılan Cumhuriyet Türkiyesi’nin, kuruluş yıllarında içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi kriz, Ermeni ve Kürt sorunları, henüz kimin kazanacağı belli olmayan ve bugüne kadar süregelen hakim sınıfların kendi aralarında kanlı iktidar kavgası, Kemalistler ile siyasal İslamcılar arasında halen bugüne kadar süren boğazlaşma, 100 yıl önce olduğu gibi 100 yıl sonra da daha keskin bir şekilde devam etmektedir."

TC Devleti’nin kuruluşunun 100. yılındayız. Lozan Antlaşması ile 24 Temmuz 1923 tarihinde temelleri atılan Cumhuriyet Türkiyesi’nin, kuruluş yıllarında içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi kriz, Ermeni ve Kürt sorunları, henüz kimin kazanacağı belli olmayan ve bugüne kadar süregelen hakim sınıfların kendi aralarında kanlı iktidar kavgası, Kemalistler ile siyasal İslamcılar arasında halen bugüne kadar süren boğazlaşma, 100 yıl önce olduğu gibi 100 yıl sonra da daha keskin bir şekilde devam etmektedir.

100 yıl önce kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinin Anayasasında hiç değiştirilmeyecek, değiştirmesi dahi teklif edilemeyecek maddeleri arasında olan “TC Devleti demokratik laik, anayasal hukuk devleti, TC Devleti’nin bayrağı- rengi ile başkenti…” gibi konular, TC devleti’nin kuruluş ilkeleri içerisinde yer almıştır. Bu “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” (!) ifadeler TC Devleti’nin kurucu önderi olan Mustafa Kemal ve kurucu kadrolar tarafından belirlenmiş ve 100 yıldır “Kemalizm” adı altında halka kan kusturan bir yönetimin “ilkeleri” olarak tarihe geçmiştir.

Kemalist Türkiye’nin son yirmi yılında, kendini Kemalist olarak tanımlamayan ve fakat Kemalizm’in, halk düşmanlığı ve emperyalist sermayeyle işbirliği gibi konularda sürdürücüsü olan AKP hükümetlerinin iktidarları yaşanmıştır. AKP, ilk hükümetleri döneminde açıktan Kemalist kadrolara tavır almamışsa da, süreç içinde AB üyeliği “askeri vesayet”le mücadele adı altında, Fethullah Gülen Cemaati’yle birlikte, devlet aygıtındaki Kemalist kadroları önemli oranda tasfiye etmiştir. AKP “demokratikleşme” adı altında sürdürdüğü bu tasfiye politikasında, liberal aydınların önemli bir kısmının ve hatta kendisine “sol”, “sosyalist” olarak tanımlayan kimi çevrelerin dahi desteğini alabilmiştir.

AKP, Fethullah Gülen Cemaati’yle girdiği iktidar dalaşı ve ardında 15 Temmuz darbesi sonrasında devlet aygıtının bütün kurumlarını ele geçirmiş, iktidarını önemli orada güçlendirmiştir. Bu tarihten itibaren AKP, Türk-Kürt uluslarından çeşitli milliyet ve inançlardan halka saldırganlıkta sınır tanımamıştır. Ve hatta AKP iktidarı döneminde TC, sınır ötesi saldırılarını artırmış, başta Rojava olmak üzere, Irak Kürdistanı, Ortadoğu ve Kafkaslar’da, doğrudan ya da örtülü olarak askeri saldırılar gerçekleştirmiştir.

AKP lideri R.T.Erdoğan nutuklarında “Biz bu yola çıkarken kefenlerimizi de giyerek çıktık” derken, TC rejimi içinde Kemalist kadroları tasfiye ederken, Kemalizm’in kimi kaba ve aydınlanmacı yönlerini eleştirmiş ve Kemalizm’in özünü oluşturan, emperyalist sermayeyle işbirliği ve halk düşmanlığını güncellemiştir.

Makyavelist bir lider olan Erdoğan için bütün yolları kullanmak mübahtır. Dün söylediğini bugün inkar etmek en çok rastlanan özelliğidir. AKP kurucu kadrolarının önemli bir kısmı da bu yüzden Erdoğan’la yollarını ayırmışlar ya da tasfiye edilmişlerdir. Toplama kadrolarla bugün hakimiyetini zorla tesis etmiştir. Bugüne kadar yapılan bütün seçimleri hile-entrika-şantaj-tehdit ve kirli oyunlarla kazanan Erdoğan 14-28 Mayıs seçimlerinde benzer yöntemleri kullanmıştır.

Cumhuriyet Türkiyesi II. Yüzyıl’a girerken, Türk hakim sınıf kliklerinin iktidar dalaşında hayati derecede önemli olan bu seçimlerde, “Yeni Türkiye”de kimin-kimlerin hakim olacağı sorusu da önemli oranda netleşmiş durumdadır.

28 Mayıs seçimlerinden “galip” ayrılan ve gericiliğin Türkiye’de şampiyonluğunu yapan Erdoğan, II. Yüzyıl’a cumhurbaşkanı olarak girmiş olup tarihe geçecektir. Faşist rejimin temsilcisi Erdoğan, şimdilik iktidar kavgasını kazanmıştır. Devlet ile özdeşleşmiş olan Erdoğan, devletin bütün olanaklarını maddi-manevi-askeri-güvenlik ve yargı sopası da dahil olmak üzere, kendi iktidarı-geleceği ve ailesini güvence altına almak için kullanmıştır ve kullanmaktadır. O sadece “başkan”lığı kazanmamıştır. Yeni sistemde göstermelik de olsa varlığını sürdüren mecliste çoğunluğu da kazanmıştır.

100 yıllık Cumhuriyet Türkiye’sinin bilançosu eğer hesaplanacak olunursa bugün halka anlatıldığı gibi “Güçlü Türkiye” kocaman bir yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Fazla geriye gitmeden 6 Şubat depremlerinden sonra devlet sınıfta kalmıştır. Halkın yaralarını halen saracak durumda olmadığı ortaya çıkmıştır. Halk kendi başının çaresine terkedilmiş durumundadır.100 yıllık cumhuriyet Türkiye’sinin vardığı nokta sefalet noktasıdır. Bunun sorumlusu TC devletidir. Kıtlık sorunu, konut sorunu, hiper enflasyon, geçim sorunları kontrolden çıkmışken devlet bir çözüm henüz üretebilmiş değildir. Kredisini tüketen devlet kapı kapı “dilenciliğe” soyunmuştur.

Dün Abdülhamit Han, bugün ise Erdoğan!

Kürt siyasetçi Salih Müslüm, 14 ve 28 Kasım seçim sonuçlarına dair “adaletsiz bir seçim”den sonra “yeni Afganistan komşumuz oldu” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Fas-Tunus-Cezayir-Mısır gibi ülkelerde siyasal İslam iktidarları sonlanırken, Türkiye’de ise gerici Erdoğan rejimi son kozlarını oynamaktadır. Kemalist Türkiye’nin kağıt üzerinde ifade edilen, göstermelik ve sözde de şeklen uygulamaya çalıştığı, “laik-demokratik-insan haklarına saygılı hak ve özgürlükler” kavramları artık tam anlamıyla rafa kaldırılırken, muhalefetten karşı gelen her kim olursa olsun, 15 yaşındaki çocuğa kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır.

Erdoğan rejimi, “Kemalist Türkiye”nin şeklen gözettiği uygulamaları ortadan kaldırmış durumdadır. Örneğin mahkemeler 12 Eylül Faşist Cuntası’nın “askeri hakim”lerin olduğu ve faşist “hukuk”u şeklen dahi uygulamaya çalıştığı mahkemelerden bile daha geri konumdadır. Faşist hukuk bile uygulanmamakta, rejim kendi yasalarına dahi uyma gereği duymamaktadır.

Erdoğan’ın kendisine örnek olarak aldığı kişinin Osmanlı’nın son 30 yılına damgasını vuran Abdülhamit olması tesadüfü değildir. “Eli Kanlı Sultan”, “Kızıl Sultan”, “Büyük Katil” olarak anılan Abdülhamit, Osmanlı’da yaşayan halkların, Müslümanlık sancağı altında toplanarak birlik ve beraberlik içinde Osmanlı’nın güvenliğinin sağlanması, yıkılmaktan kurtulması için hareket etmiştir. Osmanlı’da yaşayan Rum-Ermeni-Yahudi ile Hıristiyan halkların en karanlık dönemlerini yaşamıştır.

Abdülhamit Han dönemi, siyasal İslam’ın en güçlü olduğu dönem olmuştur. Abdülhamit’in koyu bir diktatörlük döneminde, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı gerekçe gösteriler Meclis-i Mebusan kapatıldı ve Anayasa askıya alındı. Göçmen Müslümanlar, Anadolu’ya gelerek Ermeniler ile Hıristiyan halkların topraklarını işgal edip el koydular. Bütün Müslümanların din kardeşliği etrafında birleşmesi bilinci oluşturuldu. Bütün sorunların kaynağı olarak Hıristiyan halklar olarak gösterildi. Kin ve düşmanlık tohumları ekilerek Ermeniler düşmanlaştırıldı ve katliamlar için zemin hazırlandı.

En önemlisi, 1890 yılında Hamidiye Alayları kuruldu. Bu politikanın devamı olarak ileride M.Kemal’in de Sevr Antlaşması’nda Sünni Müslüman Kürt’leri, kendi amaçları doğrultusunda ayrılmamaları, özgürlük ve bağımsızlıklarının önüne geçmek için kullanmışlardır. Verilen sözler hiçbir zaman yerine getirilmemiştir. 1879 yılında patlak veren Şeyh Ubeydullah Kürt isyanında, Berlin Antlaşması’nda Çerkez ile Kürtlere karşı Ermenilerin güvenliğinin sağlanması sözü verildi. Fakat Abdülhamit, Kürtlerin Ermeni korkusunu kullanarak Hamidiye Alayları’nı sınırsız yetkilerle donattı. Yani Müslümanlık ortak payda olunca Ermenilere karşı ayrılma ve bağımsızlıklarından vazgeçildi.

Şeyh Ubeydullah, 1880 yılında şöyle demekte idi; “…bu duyduklarım ne. Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış, Nesturiler de kendilerine İngiliz tebaası ilan edip İngiliz bayrağını yükselteceklermiş. Kadınları silahlandırmak zorunda kalsam da buna asla izin vermeyeceğim.”

1894-1896 yıllarında, bu yüzden gerçekleşen Ermeni kırım ve katliamlarda 300 binden fazla Ermeni öldürülmüştür. Hamidiye Alayları da bu katliamlarda kullanılmıştır.

Sınırların-şehirlerin içiçe geçtiği birlikte yaşayan halklar coğrafyasında “Kürdistan’ın Ermenistan olacağı”ndan korkan Kürtler, Ermeni reformlarının kendilerine zarar vereceğini hesaplayarak binlerce Ermeni’nin ölümü, malı ile servetine el konulmasında önemli rol oynamışlardır. Katliamlar Cuma Namazı çıkışında okunan salalarla “…Ermenilerin kanı heder, ırz ve malları mubahtır…” denilerek teşvik edilmiştir. (Devam Edecek)

YORUM | TC Devleti’nin II. Yüzyılında Paradigma Değişimi!  (2)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu